“Kur’an’da ne var ? sorusuna, “ Her şey var” cevabını verip, içinde “kitab” ve “ her şey” sözcükleri yan yana geçen Nahl 89 ve En’âm 38’i delil gösterenler var.
Bazıları buradan yola çıkarak Kur’an’daki ilimlerin sayısını tespite koyulmuş. Bir alim Kur’an’dan çıkarılacak ilimlerin sayısını 77.450 olarak vermiş. Bu uçuk rakama, Kur’an kelimelerinin dörtle (zahir-batın-had-matla) çarpımı sonucu ulaşmış. Bu yaklaşım, Kur’an’ı çalkaladıkça yağı çıkan süt olarak görmenin bir sonucu olsa gerektir. Bu yaklaşım, en hafif ifadesiyle duygusallıktır. Yukarıdaki iki ayette geçen kitâb ile Kur’an değil, varlığın ve vahiylerin yasalarının kayıtlı olduğu ‘ilahi ana kayıt’ kastedilmiştir. Kur’an sözcükleri, cümleleri, ayetleri ve sureleri sınırlı bir kitaptır. Hoş, Kur’an’da geçen “her şey” (kulle şey’in) ile “ sınırsız şeyler” değil, o alandaki şeyler kastedildiğinin birden fazla örneği de yer almaktadır. Kur’an’da her şey yoktur, fakat Kur’an hayatta karşılaşacağımız her duruma uyarlayacağımız örnekler içerir. Yani Kur’an’da her problemin çözümü bulunmaz.
Zira problemler sınırsızdır. Fakat Kur’an’da her problemi kendisiyle çözeceğimiz formüller bulunur.1 Zira sınırlı formüllerle sınırsız problemler çözülür. Mesela hayatta karşılaşmamız mümkün olan her iyi ve kötü tipolojinin Kur’an’da bir karşılığı vardır. Hz. Ebu Bekir’den nakledilen “ Devemin yularını bile kaybetsem, onu Kur’an’da arardım”
sözünü bu bağlamda anlamak gerekir. İlk Kur’an talebesinden biri olan Hz. Ebu Bekir, bu sözü daha erken dönemde ortaya çıkan Kur’an vahyine ‘paralel vahiyler’ icat etme çabalarını akamete uğratmak için söylemiş olmalıdır. Yukarıdaki görüşümüzü Şatıbi destekler. Ona göre Kur’an’ın “ her şeyi açıklaması” ile, her tikel ayrıntı (cuz’iyyât) değil, genel ilke ve kurallar (kulliyyât) anlaşılmalıdır. Çünkü Kur’an’da yer alan ayrıntıya ilişkin hükümler bile, genel bir ilkeye dayanır. 1 Bu bağlamda 19. yüzyıl alimlerinden Muhammed Abduh ile bir papaz arasında geçen şu olay ünlüdür: Bir papaz Abduh’a
‘Kur’an’da her şeyin olduğunu söylüyorsunuz, mesela bir un çuvalından kaç tane ekmeğin çıkacağı yazıyor mu? diye sormuş. Abduh da “ Evet, yazıyor “ demiş. Papaz, “ Nasıl olur? “ deyince Abduh, Kur’an ‘ Bilmiyorsanız bilenlere sorun!” diyor, biz de gider fırıncıya elli kiloluk bir un cuvalından kaç tane ekmeğin çıktığını sorar öğreniriz’ deyince papaz susmuş.
Kantarın topuzu hepten kaçmış bâtıni yorum salgınına karşı bir tedbir olarak tasarladığını düşündüğümüz Şatıbi’nin bu yaklaşımını, “ Bugün size dininizi ikmal ettim ve nimetimi
üzerinize itmam ettim “ (Maide 3) ayetiyle birlikte düşünmek lazım. Bu ayette ikmal edildiği söylenen şey Şatıbi’nin “kulliyyât” dediği şeye, itmam edildiği söylenen şey ise onun”cuz’iyyat” dediği şeye tekabül eder.
Ümmete düşen ‘nimetin de ikmal olması için’, Kur’an’ın ilkelerinden yola çıkarak anlam üretimini sürdürmektir. Zira nimetin ikmali bu çabalara bağlıdır. Zaten “Kur’an’ı tedebbür etmezler mi?” emr-i ilahisinin gereği de budur. Doğrudur, Kur’an’a çalkaladıkça yağı çıkan süt muamelesi yapmak onu istismara yol açar. Fakat bendeniz Şatıbi’nin bu yaklaşımından, Kur’an’ın içeriğini cahilliyenin kıt ve sığ aklına indirgeyen bir tarihselcilik icazeti çıkarmayı daha ağır bir istismar olarak görüyorum. Bu, Kur’an’ı tarihe gömmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmektir. Allah Kur’an’ı bir hidayet ve bir hayat rehberi olarak indirdi; ona iman edenler, cahiliye bedevisinin aklına mahkum olsunlar diye indirmedi. Aksine “ karanlık” ilan ettiği o akıldan ve benzerlerinden kurtulup, yerine aydınlık bir akıl inşa etmek için indirdi.
Yukardaki türden bir istismar, varlığın tefsiri olan Kur’an’ın içeriğini, onun araç olarak kullanıldığı Arap dilinin beraberinde taşığıdı bedevi kültürünün tutsağı halie getirmektir.
Kimse boşuna heveslenmesin. Kur’an, söylemediklerini kendine söyletenlerin sözünü nasıl sahiplerine iade ettiyse, kendini bedevi Arap ufkuna zincirlemek isteyenlerin zincirlerini de sahiplerine öyle iade etmesini bilir. Zira o, Kur’an’dır; nesne olan değil, daima özne olandır.
Kur’an’ı Anlama Yöntemi
Mustafa İslamoğlu
Comments