Kur’an’ın getirdiği din, insan için bir dindir ve insanın Allah’a yaklaşmasını, daha iyi insan olmak için gönül ve ahlak değerlerini geliştirmesini esas alır.
Emevi’nin “İslam “ adı altında oluşturduğu din ise insana rağmen bir dindir ve Arapçı iktidarların saltanatlarını ve dokunulmaz kılmayı esas alan din maskeli bir saltanat ideolojisidir. Emevi bu ideoloji yapmak için her şeyi yapmıştır. El koyduğu dinin peygamberinin ailesini zehirleyerek ve hançerleyerek katletmekten bile çekinmemiştir.
İsrailiyyatın Kur’an tefsirlerine sokulmasıyla başlayan İncilleştirme, günümüzdeki Ehlisalim işbirlikçisi din cemaatleri tarafından çok daha ileri götürülmüş ve mesela ikibinli yılların Türkiye’sinde, ABD’nin yönettiği BOP (Büyük Orta Doğu Projesi) meyanında Kur’an’ın içine İncil ayetlerinin doldurulmasıyla çok ileri bir aşamaya ulaştırılmıştır.
Kur’an ayetleriyle, İncil’in parçalarını (Pavlus’un mektupları dahil) iç içe sokarak yeni bir “ortak kutsal metin” oluşturma çalışmaları, Türkiye’nin en ünlü ve güçlü dinci cemaatinin bir ilahiyat profesörü tarafından gerçekleştirildi.
Ve bu faaliyet yürütülürken, bu satırların yazarı tarafından fark edilip beş buçuk saat süren tarihi bir televizyon programıyla deşifre edilerek Türk Milletine duyuruldu. Ve o programın ardından da bu faaliyet askıya alındı.
Bu faaliyetin amacı ABD tarafından “Ilımlı İslam” adı altında, Vatikan tarafından ise “Dinlerarası diyalog” yaftasıyla sürdürülen “ İncilleştirme ve Hristiyanlaştırma” projesine destek vermek.
Emevi Arabı, kılıcıyla mağlup edemediği Hz. Muhammed’i, uydurma hadisler yoluyla mağlup etmeye uğraşmıştır.
İslam’ın ve Kur’an’ın Yahudi-Hristiyan kutsal metinleri istikametinde şekillendirilmesi önce Hadis Uydurma yoluyla gerçekleştirildi.
Kur’an hadise benzemez. Ona uydurma ayet sokmak mümkün değildir. Kur’an’ı İncilleştirme ve Tevratlaştırma amacına ulaşmak için daha sinsi ve daha ustalıklı bir yol bulmak gerektiğini anlayan Yahudi- Hristiyan çevreler, bu yolu, “Kur’an tefsirlerini İsrailiyat verilerine göre şekillendirmek” olarak belirlemişlerdir.
İslam Peygamberi’nin hadisleri içinde, cami artışını, cami süsleme tutkusunun yükselmesini dinin iflası olarak gösteren sözler vardır. Bu sözleri dikkate alarak ve İslam’ın resmi mabet fikrine karşı olduğunu, bütün yeryüzünün secdegah ilan edildiğini de unutmayarak saltanat dinciliğinin en büyük yıkım devri olan Emevi dönemini incelediğimizde ibret dolu tablolarla karşılaşmaktayız.
Dinin ruhu çürütüldükçe cami sayısı artmaktadır.
Yozlaşma yoğunlaşınca, samimi müminler yeni çareler aramakta, ilk çare olarak da tekkeler ihdas edilmektedir. Ne var ki, saltanat dinciliği, bir zaman sonra bu tekkeleri de camilere benzetmekte, onları da güdüme alıp birer beyin yıkama kurumuna dönüştürebilmektedir.
Saltanat dinciliğinin despotları, cami ve tekkeleri bir tür “gardiyansız hapishane” olarak kullanmakta, kitlenin dinsel tatminini bu mekanlarda yerine getirip hayatın diğer alanlarında kendi despotizmlerinin atını koşturmaktadırlar.
İlk ve en yıkıcı yozlaşmanın öncüleri olan Emevilerin camilere, cami hayatına, cami adap ve erkanına her şeyden çok önem verdiklerini görüyoruz. Emeviler, halkı camilerde toplamak onları orada daha çok tutmak ve sanal bir mutlulukla avutmak için ellerinden ne gelirse yaptılar.
Emeviler, Müslümanlığı bir tür “camide yaşamaya” dönüştürdüler;
Kur’an’ın da camilerde okunmasını temel bir ibadet haline getirdiler. Bu işin öncülüğünü Haccac’ın yaptığını, Arapçı olmayan fakihlerin bid’atlara karşı çıkan eserlerinde görmekteyiz.
Emeviler, fıkıh kaynaklarını, camileri istedikleri kıvamda çalıştırmak üzere düzenlettiler. Bu düzenlemeyi desteklemek için çok sayıda hadis uydurttular. Bu düzenlemeye uygun olarak camilere doldurdukları halkı, orada mümkün mertebe uzun süre tutmayı kurallaştırdılar. Mevali’nin imamlık yapmasını yasaklayarak camide konuşacak kişilerin kendileri için tehlike yaratmasını baştan önlemişlerdi. Çoğu Emevi ajanı olan “Araplardan seçilmiş imam ve hatipler” vasıtasıyla halkın beynini yıkadılar.
Kur’an ve Peygamber’in asla onaylamayacağı yeni bir “cami dini” oluşturdular.
Bu yapay dini kullanarak camiyi “ siyasetin yön verici mekanı” haline getirip kitleleri oradan istedikleri yönde sevk ve idare ettiler.
Mevali aydınları bu “ Emevi camii’ ni ibadet mekanı olarak kullanmıyorlardı. Onlar bu camileri dershane ve fikri müzakere yerleri olarak değerlendirdiler. İbadethane anlamında camiye gelince, çöplükleri bile bu camilere tercih ettiklerini söylüyorlardı.
O devrin ünlü fakihlerinden Şa’bi söyle diyor; Öyle bir zaman geldi ki, benim için şu Kufe mescidinden daha sevimli bir mekan kalmadı. Oysaki bugünün çöplükleri bile bu mescitten daha hayırlıdır.
Kommentare